6 Mart 2012 Salı

Çimento Fabrikasının İşçileri , Yalnızlık Duygum ve Ben ...


''Hikayeyi lütfen bu müziği dinleyerek okuyunuz ; link >>> http://grooveshark.com/#!/artist/Le+Professionnel/115059 ''

Yalnızlık duygum alıp başını gidecekti havanın nemini sürüdüğü rüzgarlı bir pazar sabahına uyandığımda , ben yatağımdan kalkmamışken daha ... Oysa yalnızdım ben de ,  - dur ! dedim , - bugün peşine düşeceğin kayıp hatıraları bulmaya bu kez beni de götür ... Evin içinde bir sessizlik , sanki öncesinde yokmuş gibi ... Hazırlandım sessizce o sessizliğe eşlik ederek ... Düştük yollara içimde ki duyguyla ... İkimizdik , yalnız başımıza ...


Motorum eski biliyorum ama gittiği yere kadar direksiyonun bir kolundan ben diğerinden o , bastık gaza ... Her havanın duruluğunda olduğu gibi , içimi taze oksiyenin doldurduğu güzergahtaydım yine ... Ve yine geçiyordum ki o terk edilmiş fabrikanın yanından , sol elim frene bastı sağ elim gazı çekerken ... İçimde ki yalnızlık duygusuydu frene basan , peki dedim indik birlikte motordan ...


Her daim gaza basıp rüzgarın perdesini yırtarak yanından geçtiğim bu eski çimento fabrikasına bu kez yırtılmış tellerinden içeri girmek düşmüştü payıma ... Burası terkedileli uzun seneler olmuştu ve belki en son güvenlik elemanları bile iş bırakalı belki yirmi seneyi aşmıştı ... Gerek kalmamıştı çünkü artık beton kolonları bile çatlamış ve içlerinde ki demirin pası kızıl renkte akmış bu virane fabrikayı beklemeye ... Peki ne işimiz var burada dedim , ağzımdan tek bir kelime bile çıkmadan yalnızlık duyguma ? ... Susarak cevap verdi bana ve ilerledi elimden tutarak çalı basmış yolların ortasından soyunma odasına ...


Hani bilirsiniz , insanın olduğu yerde onun artıklarını yiyen kediler köpekler yada diğer sürüngenler de yaşarlar ya ... Bu bize orada birilerinin yakın zamanda var olduğunu söyler durur ... Ama burada en son giden işçilerin ardından kalmamış tek bir hayvan bile aç kalınca ... Gitmişler onlarda , belki nesillerce zaman uzağa ... 


Yürüyorum fabrikada ... Dolaplar ve masalar hala duruyor odalarda ... Ve eski defterler belgeler de saçılmış etrafa ... Neredeyse odanın birinde bir ağaç , pencere ve duvarları yıkıp göğe yükselecek , nasıl büyümüşse artık orada ... Yağ içinde kalmış giysiler toza bulanmış zeminde , renklerini yitirmek üzereler toz olmalarına ramak kala ... Sefer tasları , kaşık ve çatalların pası çıplak kalmış zemine renk veriyordu bazı seramiklerin üzerinde ...


Ahşap dolaplardan birinin kapağına uzattı elimi yalnızlık duygum ... Korkuyla baktım bir an içimde ki duyguya , hadi dedi aç korkma ! ... Görmek ne şans ki kapağın içinde renkleri solmuş fotoğraflar sıkıştırılmıştı yıllar öncesinden ... Lakin saçları o yıllarda daha dökülmemiş genç işçilerin gözlerinde ki ışıltı kalmıştı tüm fotoğraflarda ... Arkalarını çevirdi duygum , bak dedi gözlerime ... Bakıyorum ... Tarih 1969 , 1971 ... Kaç fotoğraf vardı saymadım yada kaç işçi fotoğraflarda ...


Adımlarım bir sonraki odaya aldı beni ama oturacak sandalyeler çürümüştü çoktan , ayakta bekledim sıramı ... Sonra bir el diğer elime uzattı masanın çekmecesinden aldığı vardiya defterini ... Yaprakların bazıları yapışmıştı elbette ama son gün raporlarının tutulduğu sayfalar temizdi  hala ... Okudum ...


Fabrikanın kapanacağı yazılmış ,  - Hammadde artık gelmiyor ve sayılı gün vardı sayılı vardiya sayılı mesai gitmemize ... İşçiler artık durumun vehametini anlayınca gayriciddi içlerindeki acıları doldurmuşlardı artık son vardiyaların raporlarına ... Her cümleye karışmış ekmeğe emeğe veda yazısı sayfaları doldurmuştu ... Ve tamamlayamadıkları hayallerden bahsetmişlerdi her biri ... Ve her biri bir sonraki ekmek parasının yerini bulmaya çalışıyordu cümlelerinde ...


Son cümlelerden biri , ürettiğimiz çimentoyu harca karıştıracak yerlere gitmekten başka çaremiz kalmadı diyordu anlatabildiği kadarıyla ...  Ben bunun derinliğini düşünürken yalnızlık duygum başka bir defterde son parti çimentoların gideceği yerleri okumaya başlamıştı bile ... Ve işçilerin buradan sonra gidecekleri şantiyeler işaretlenmişti birbir deftere ... Altındaki imza , ustabaşınızdan ziyade abiniz Ziya Usta , diyordu ... 


Kadınlar kucaklarında ve ellerinde ki küçük çocuklarıyla üstleri toz içindeki kocalarını son mesai gününde almaya gelmişlerdi  , sanki kreşten çocuklarını almaya gelir gibi ... Oysa haklılardı , o gün kocaları birer çocuk gibi saf ve masum duygularla adımlarını atıyorlardı bir daha giremeyecekleri fabrika kapısından dışarıya ... Ve tek katlı lojmanlarını terk etmeleri içinde çok az zamanları vardı ... Gerçi yeni evli bu toy işçilerin eşyaları da yok denecek kadar azdı ... Kadınların gözleri erkeklerin de içi ağlıyordu çocuklar gülerken hiçbirşeyden habersiz ... 


Odanın kırılmış camından dışarıyı seyrediyorduk kırk yıl öncesini yalnızlık duygumla ikimiz ... Ve bana , işçilerin ekmekleri için çimentoların peşinden gideceklerini söyledi her zaman ki gibi susarak , aldık son giden malların irsaliyelerini ve adresleri yanımıza ... Birden zaman bugüne aktı , kayboldu herkesle birlikte herşey ve yolları çalılar bastı tekrar biz penceren bakarken dışarıya ... Merakla onları görmek istediğimi söyledim yalnızlık duyguma , o da bana bunu bildiğini ... 


Hayat izi kalmayan fabrikayı hızlı adımlarla terkettik ve atladık yine motora ... Daha önce yolu sarp diye gitmemiştim bu dağ yolundan ama sonu denize varıyordu , bir koya , biliyordum haritadan ... Önce tepeleri çıktık sonra indik kıyıya ve kıyıya paralel giden yolda denize dik inen tepelerin eteğinden yol aldık ... Bu yol üzerinde gidilmeyeli uzun yıllar olmuş gibiydi , yanlış güzergahta mıyız diye sordum yalnızlık duyguma , ilerle dedi sükutla ...


Hava hala açık , gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu ve rüzgar batıdan esiyordu mevsim normallerinde sahile paralel, her çiçekten aldığı koku ile birlikte yüzüme vura vura , o her koku da dönüp bakıyordu ben onları bıraktıkça arkamda ... Virajlar bir bir geçildikten sonra irsaliyede yazan ismi gördü gözlerim paslanmış tabelanın ortasında ... Burada yaşanmışlık ile yaşanmamışlık arasında bir his karşıladı bizi ... Onlarca evden oluşmuş tatil köyüne varmıştık ama kimseler yoktu ortalıkta ...


Duvarlar çatlamış , ahşap kapılar ve pencereler çoktan tahta kurularına teslim olmuştu ... Hani işçilerin umut besledikleri tatil köyü dedim içimden ... Yalnızlık duygum sessiz kaldı yine yanımda ... Neler oluyor anlamamıştım , ancak saatlerce gezdikten sonra evlerin arasında , inşaatın yarım kaldığını anlıyordum burada ... Çünkü hala açılmamış çimento torbaları duruyordu tatil köyünün yollarında ...


Demek ki işçilerin umutları yarım kalamıştı burada da ... Ama pes etmemeliydiler dedim içimden ... Bir sonraki yüklü siparişe doğru yol aldım yalnızlık duygumu da bindirerek motoruma ... Bir sanatoryum hastanesi inşaa edilecek olmuş yakınlarda bir tepenin üzerine ... Bu tür hastaneler temiz orman havasının olduğu yerlere inşaa edilirler hastaların sağlığına kavuşması için tez elden , hiç duymamıştım bu ormanla kaplı tepelerde bir hastane olduğunu ama ... Belki de vardır dedim çıktım tepelere doğru ...


Şimdi denizi yüksek tepelerden seyrediyorum ama seyrettiğim diğer manzara ise sadece temeli atılmış bir devlet yatırımıydı burada ... Çünkü bu bölgede ki orman o yıllarda yanmış yatırım da yarım kalmıştı ... Şimdilerde tekrar yeşermişti illa ki her yer ama iş işten geçeli de çok olmuştu ne şans ... İşçilerin izini burada da bulamayacağım diye düşünmeye başladım umutsuzluk içinde ... Ceplerimi karıştırdım ve yere düşen irsaliyelerden birine uzandı yalnızlık duygum umutla ... Büyük miktarda malın fabrikaya ait ama uzaklarda ki limandan gemilerle Beyrut'a gönderileceği yazıyordu ...


Tekrar inişe geçtim tepelerden bu kez doğuya , ve ilerlerken ben her virajda daha önce geride bıraktığım kokular bakıyordu bana acıyla ... Buralarda küçük bir liman olduğundan çok da heberim yoktu benim ... Gölgemin peşine düşmüş ,  yollar virajlarla kat olurken , irsaliyede adı geçen limanın adını gördüm yine paslı bir tabelada ... Ancak çimentoların yükleneceği geminin de adını görüyordum limanın tam ortasında ...


Beyrut'ta iç savaş çıkınca gemi limandan ayrılamamıştı hiçbir zaman ... Burada uzun yıllar kalarak en sonuda bir fırtına da alabora olup yan yatmıştı ... Ve sonra şirket iflas edince ormanların içinde , bu gizli koyda ki liman da gemi de yalnız kalmıştı yıllarca ...Artık gün batıma doğru yol alırken eve dönmek için de daralıyordu vakit ... Yalnızlık duygum tüm bu yalnızlıkla beslenmiş tatmin olmuştu bu sonuçla ... Oysa büyük bir acı kalmıştı benim payıma ...


İşçilerin akıbetini öğrenemeden , onların hayallerinin her bir limanda battığını görerek nasıl huzur bulabilirdim aylarca ... İstemeyerek yol alırken motorumla , gözlerimden süzülen yaşı merak eden duyguma , rüzgardan diyerek yalan söylüyordum oysa ... Sanki o içimden biri değilmiş gibi anlamadı mı sandım ne ... Anladı elbette ve dönüşte tekrar virane tatil köyünde dur dedi bana ... Şu eve girelim , doğru banyoya ...


Su sızılı sızılı akıyordu musluktan yıkadım elimi yüzümü , sonra kırılmış aynaya bak dedi yalnızlık duygum , baktım ben de aynanın derinliğine ... Sonra yalnızlık duygum bana ; işçilerin çocukları bile bugün senin düşündüğünü düşünmüyorlar asla ... Bak şu kamyona görüyor musun Mehmet'i ... Karısı kucağında çocuğunu emzirirken o da ekmeği için çimentoyu almış sırtına , eziliyor altında ... Şuradaki de Kemal ... Yakınlarda bir köyde ev tutmuştu , kazandığı para ile çocuklarına ev yapmanın derdine düştü bu genç yaşta ... Ve Ali ve Seyit ve Haydar ... Hepsi hayatlarını yaşamadan girdi kara toprağa ... 


Şimdi de bak aynı işçilerin çocuklarına ... Bu Mehmet'in kızı , şu Ömer'in oğlu , bu İsmail'in o Yaşar'ın ... Herbiri babaları öldükten sonra o yenilmeyen içilmeyen yarına saklanan emekleri ekmekleri evleri satıp parasını paylaşmanın kavgasına girdiler kendi aralarında ... Tatlı tatlı büyütülen çocukların bunları yapması reva mıydı bu ezile ezile ölen , ölmeden önce ağızlarında diş kalmamış işçilere ...


Değildi dedim suskunluğumla sağlam ve beyaz dişlerimi saklayarak ağzımda ...

Çimento işçileri gençliklerinin verdiği neşe ve umutla işe girmişler daha üç beş sene olmadan taze gelinler ile ekmek derdine düşmüşlerdi çimento fabrikasında ... Kapanan ekmek kapılarının ardından tatil köyünde ve en son fabrikanın limanında o gemiyle umutları batmıştı olabildiğince derinliklere , kapılmıştı sulara ... Yıllar onları her köşede ezmiş , ama o eziklikten ekmek aşk ev gelecek inşa etmişlerdi yinede sabırla ...


Ve tüm bunların yanında kıymet bilmeyen evlatlarının onları artık mezarlarında dahi ziyaret etmedikleri gerçeği ile yalan olmuşlardı hatıralarda ... Hayat bir zamanların toy delikanlılarını hırpalamış , saçlarını her taramada yolmuş toplamış , dişlerini her verdiği lokmada kırmış , gözlerinin ferini her umutla bakışta soldurmuş , tenlerini her üzdüğünde buruşturmuştu ...


Ve en son kalan emaneti de almıştı karatoprakla ... Yalnızlık duygumun bana verdiği ders çok acıydı bu hafta ... Sonra şehre vardık , teşekkür ettim yalnızlık duyguma ayrılıp karışmadan ben kalabalığa ... Teşekkür ettim işçilere her şeye rağmen tutundukları için hayata ... 

2012 ocak / aytaç kurtuba

28 Şubat 2012 Salı



Doğdun mu , geldin mi sen de bu dünyaya masum yavrum benim ?...
Geldin bak , geldim diyor hüzünlü yüzün henüz sen konuşamasan da daha !...

Geldin ki gözlerin şimdiden mahcup bakıyor seçemediğin uzaklara ...
Geldin ki kaygılısın , oysa daha uzaktasın seni düşürecek o tuzaklara ...
Geldin ki talih seni nerenden incitmişse artık onun kederi yerleşmiş hemen bakışlarına...
Geldin ki göz bebeklerin bebekliğine bakmadan bulanmış çarçabuk buğulara ...


Seni canımın içine alsam yaşar mısın orada ?
Sarsam kucağıma korusam yıllarca , korkar mısın kollarımda hala ?
Saçlarını ellerimle seve seve uzatsam bir tutam kesip hatıra koyar mısın yanıma ?
Koynumda kokun kalsa eğer açar mıyım ben onu hiç rüzgarlara ?  inan ki asla ...


Anan baban benden gayrı gelmiş olsan da dünyaya ...
Baba yarın olam , arada bana da bak derman ol süzülen göz yaşlarıma ...
Bırakıp giderlerse bir gün seni , söz ver bana sakın ha sakın ağlama ...
Kolların açık kalsın hep , çünkü sıcak bir boyun var ben de , sarılmaya hazır boynuna ... 


Gün gelip vakitsizce göçüp gitmek düşerse benim bahtıma , istemem yalnız kalma buralarda ...
Seni benim kadar sevecek bir yüreği ne olur şimdiden bul ara ...
Boş kalmasın hiç , hep sevgi ile dokunulsun o küçücük avuçlarına ...
Kıymetini bilen çıkmazsa bir ömür boyu karşına , ömrünün sonunda yerin yanım olsun orada da ...


O zamana kadar ya ben uzanayım beşiğine ya sen gel yat uyu omuzlarımda ...
Dudakların kulağıma denk gelsin , aldığın her nefesi duyayım , ısınayım senin soluğunla ...
Bakışların bakışlarımdan yine kaçsın utanarak olur ama yeterki gitme kal kucağımda ...
En rahat olduğumuz yer kollarımın arasında dalalım ikimiz de birlikte uykuya ...

şiir ve fotoğraflar ;  aytaç kurtuba

şarkı ve şarkıcı ; mono esi , manolis aggelopoulos 
http://www.youtube.com/watch?v=ktZuGWD2-sY bu linki tıklayarak şiiri okumanızı dilerim ...

şubat 2012